6 Mart 2010 Cumartesi

YOLDA

Kompartmanda sadece ikimiz vardık, karşımda oturuyordu. Gazetesinin ekonomi sayfalarına gömülmüşken yanlarından geçmekte olduğumuz ayçiçekleri yüzlerini güneşe çeviriyorlardı. Sağ ayağıyla ritmik bir şekilde yere vuruşu beni düşüncelerimden alıkoymuştu. Göbeğine direnen deri ceketinin cebinden puro çıkardı., rahatsızlık duyup duymayacağımı sordu, hayır deyince bana da sundu. Bir tane alıp teşekkür ettim. Benden daha sıkıntılı olmalıydı, sol gözü seğirip duruyordu. Nereye gittiğimi sordu, hangi istasyonda ineceğime karar vermediğimi söyledim. Baştan aşağı süzdükten sonra -kılık kıyafetimden ne istediğini bilen bir adam izlenimi uyandırıyor olmalıydım- Paris'e, büyük meblağlı bir iş bağlamaya gittiğini, ne var ki bir türlü yenemediği uçak korkusu yüzünden trene razı olduğunu anlattı. Aktarma yaparken trenini kaçırmış ve bir sonraki treni beklemek zorunda kalmış. Tabii böyle olunca da görüşmeye ancak kıtı kıtına yetişebilirmiş, bir aksilik çıkarsa hali harapmış. Ne dememi, ne anlatmamı bekledi bilmiyorum ama ben anlattıklarına karşılık olarak sadece başımla anladım işareti verip onu biraz süzünce gazetesine döndü.
Adamı orada, seğiren gözüyle bıraktım ve ilk istasyonda indim. Bir kasabaydı. Yürümeye başladım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder